Art vs Artist: Melik Bilgehan Taşçı

Üyelerimizi ve işlerini daha yakından tanıyacağımız “Art vs Artist" serimizin ilk konuğu, Sanata Bi Yer üyesi Melik Bilgehan Taşçı oldu. Kendisiyle sanat yolculuğu üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik!

Sanat pratiğinde figürlerin yeri büyük. Hikayelerinin baş kahramanı bazen bir çoban, bazen bir derviş oluyor. Figürleri bir anlatım aracı olarak nasıl konumlandırıyorsun?Figürler benim için yalnızca bireysel karakterler değil, Anadolu’nun kolektif hafızasını taşıyan zamansız anlatıcılardır. Onlar, kültürel sürekliliği temsil eder; bu yüzden donuk bir duruşları vardır, çünkü zamanın akışından bağımsızdırlar. Donuk ifadeli çobanlar, yalnızca birer karakter değil; Karakteristik özelliklerden arındırılmış, anıtsal bir şekilde duran, Anadolu'nun hafızasında yaşayan, geçmişle geleceği birbirine bağlayan evrensel anlatıcılardır. Onların sessiz duruşlarında, bu toprakların dayanıklılığı ve varoluşsal döngüsü saklıdır. Bu figürler, aynı zamanda taşıdıkları nesneler ve çevrelerindeki sembolik unsurlar ile de güçlü anlam katmanları oluştururlar. Örneğin, bir çobanın elindeki saz, yalnızca bir müzik aleti değil, aynı zamanda sözlü kültürün ve hafızanın bir taşıyıcısıdır. Ya da bir kepenek, yalnızca bir giysi değil, figürün koruyuculuğunu, yalnızlığını ve doğayla kurduğu ilişkiyi yansıtır. Ya da koç imgesi yalnızca bir hayvan değil, kahramanlık, yiğitlik ve koruyuculuk gibi anlamları taşıyarak figürlere yol gösteren rehberlerdir. Eserlerimde, bu unsurlarla birlikte figürler mistik ve sembolik bir bağlamda konumlanır; izleyiciye yalnızca görsel bir deneyim değil, aynı zamanda kültürel ve ruhsal bir derinlik sunar. Bu yönüyle figürler, hikâyelerimin merkezinde yer alırken, aynı zamanda sessiz ama güçlü bir anlatım aracı olarak dururlar. Her biri, kendi içindeki bir zaman dilimini ve toplumsal yapıyı yansıtır. Bu figürler, geçmişle ve gelecekle bağ kuran birer köprü olarak, izleyiciye toplumsal hafızanın derinliklerine inme fırsatı sunar.
Eserlerindeki anlatıyı kurarken geçmiş ile gelecek, gelenek ile çağdaş arasında nasıl bir denge arıyorsun? Anadolu’yu bir coğrafya olarak mı yoksa bir düşünce biçimi olarak mı ele alıyorsun?Eserlerimde, geçmiş ve geleceği bir arada harmanlamak istiyorum. Anadolu’nun, Türklerin mitolojisi ve kültürel geçmişi, halkın yaşamı, geleneksel sanat anlayışları benim için zamansızdır ve bu nedenle geçmişle bağımı koparmıyorum. Ancak aynı zamanda çağdaş bakış açılarıyla bu kültürel mirası yeniden yorumlamak, sanatımda önemli bir yer tutuyor. Benim için Anadolu sadece bir coğrafya değil; bir düşünce biçimi, yaşama dair bir bakış açısıdır. Bu bilgeliği, bakış açısını özgün sanat dilimle buluşturmak, bu toprakların geçmişindeki derin anlamları günümüzle ve gelecekle birleştirmek amacı taşıyor. Sanatımı, geleneksel figürlerin ve hikâyelerin çağdaş bir formda sunulması olarak görebiliriz. Örneğin, çoban figürünü ya da dervişi bir anıtsal simge haline getirirken, bu figürlerin tinsel ve mistik anlamlarını günümüz izleyicisiyle buluşturuyorum. Geleceğe dair bir tasavvur, geçmişin yaşanmışlıklarını modern estetikle harmanlamaya çalıştığım bir yolculuk.
röportaj-media
Üretirken seni en çok hangi duygu harekete geçiriyor?Sanatımı üretirken beni harekete geçiren duygu, çoğu zaman özlem ve bağlantı duygularıdır. Özlem, Anadolu'nun derin kültürel mirasına, zamanın ve mekânın ötesindeki kimliklere duyduğum bir çağrıdır. Bağlantı ise, geçmişle, toprakla, insanla olan derin bağımın ifadesidir. Bunun yanı sıra, kültürel mirası çağdaş sanat dünyasına taşıma hevesi, beni sürekli olarak şekillendiren bir başka duygudur. Bu heves, geçmişin zengin sembollerini ve anlatılarını, modern dünyanın dilinde yeniden yorumlama arzusuyla birleşir. Bu süreçte eskiyi, bugünü ve geleceği birleştirerek, geleneksel değerlerin çağdaş bir bağlamda yeniden keşfedilmesini sağlıyorum. Yaratırken, bu duyguları hem dışa vurur hem de izleyiciye aktarırım; çünkü sanat, yalnızca kişisel bir ifade değil, aynı zamanda toplumsal bir iletişim aracıdır.
Sanatsal yolculuğunda, seni en çok şekillendiren ve bugün bulunduğun noktaya getiren kırılma anları neler oldu?Sanatsal yolculuğumda, sanatçı ve sanat eğitimcisi tanımlarının dışına çıkamayacağımı fark ettiğim andan itibaren ilk kırılma anım gerçekleşti. Kendimi gerçekleştirme yolunda başka bir alanda var olamayacağımı fark ettim. Sonrasında sanatı daha özgür bir şekilde keşfetmeye başladım. Bu farkındalık, kendi sanat dilimi oluşturma isteğiyle birleşti ve geçmişin öğelerini, mevcut dünyada anlamlı bir şekilde ifade etmeye yönlendirdi. Bir dönüm noktası da Anadolu ve Türk kültürünün etkilerini anlamaya başladığımda gerçekleşti. Bir Akdenizli olarak, Antalya özelinde başladığım araştırmalar devamında özellikle ailemde var olan Yörük – Türkmen köklerimle kesişti ve sonra tüm Anadolu’nun tarihi ve kültürel katmanları, sanatımı dönüştürmemde etkili oldu. Bununla birlikte okuduğum kitaplar ve Türk mitolojisine, Anadolu’ya, kendi kültürümüzün efsanelerine, destanlarına, masallarına ve kahramanlarına duyduğum ilgi ve araştırmalar da çok etkili oldu diyebilirim. Son olarak, çocukluğumdan beri sanat yolunda karşılaştığım ve bugüne kadar benden desteklerini hiç çekmeyen, bana başarılı bir sanatçı ve sanat eğitimcisi olmam konusunda uzun emeklerini harcayan kıymetli hocalarım, kendime inanmam ve yolculuğuma devam etmem konusunda ısrar etmemi sağladı.
röportaj-media
Bugün sanat dünyasında olmanın en büyük zorlukları ve en büyük özgürlükleri neler sence? Bir sanatçı olarak kendine nasıl bir alan açmaya çalışıyorsun?Bugün sanat dünyasında olmanın en büyük zorluğu, sanatın yalnızca estetik değil, aynı zamanda “pazarlanabilir” olması yönünde artan baskılar. Sanatçının özgün hikayesini koruyarak var olabilmesi ve geçinebilmesi gerçekten zor. Bir diğer konu ise genç sanatçıların gelişen teknoloji ve sosyal medya ağına rağmen görünür olabilmek ve seslerini duyurabilmek için ciddi engellerle karşılaşmaları diyebilirim. Uygun sergi alanları, atölye ortamı veya bunun gibi temel ihtiyaçlar bile bazen genç arkadaşlarımız için problem olabiliyor. Ancak bu zorlukların içinde büyük bir özgürlük alanı da var: Kendi anlatım dilini yaratmak ve bunu istediğin şekilde ifade etmek. Ben, kendime bir alan açmak için, popüler olandan ziyade özümde olanı ortaya koymaya çalışıyorum. Anadolu’nun kültürel belleğine dayalı bir atmosfer yaratıyor, bu toprakların epik ve mistik ruhunu kendi üslubumla yansıtıyorum. Figürlerim, coğrafya ile sınırlı değil; onlar evrensel bir anlatının taşıyıcısı. Bu bana, trendlerin dışında, kendi yolumu çizme özgürlüğü sunuyor. Ve tüm arkadaşlarımız gibi bu yolda sabır ve inatla ilerliyorum.
Sanata Bi Yer’in bir parçası olmak, kolektif bir sanat ortamında bulunmak sanat pratiğini nasıl etkiliyor? Böyle bir topluluğun içinde olmanın üretim sürecine katkısı oluyor mu?Sanata Bi Yer’in bir parçası olmak, benim için yerel bir hafıza oluşturmak gibi. SBY’deki herkesin farklı bir bakış açısı ve sanatsal dili var. Onlarca farklı şehirlerden bu kolektif harekete katılan arkadaşlarımız ve onlarca farklı kültürden gelen insanın oluşturduğu bir sanat havuzu gibi hissettiriyor. Ama aynı zamanda ortak bir paydada buluştuğumuz bir alan yaratıyoruz ki o da ‘’sanat’’. Burada bazen birbirini fiziksel anlamda hiç görmemiş arkadaşlıklar doğuyor ve sosyal medyanın gücünü de kullanarak birbirimizi destekliyoruz. Ya da bu tanışmalar fiziksel arkadaşlıklarla sonuçlanabiliyor. Tüm bunların ışığında, bahsi geçen unsurlar benim sanat pratiğimin iletişim kanalını güçlendiriyor. Sanatın bir iletişim aracı olduğunu bana bir kez daha hatırlatıyor ve sanatımda kolektif vurgular yapmam konusunda beni motive ediyor.

Röportajdan Görüntüler